12 Eylül 2013 Perşembe

SÜLEYMAN ÇELEBİ VE MEVLİD-İ ŞERİF .BOZUK İTİKATLI VAİZLERE YÜZYILLARIN TERENNÜM-Ü MUHAMMEDİSİDİR.( SAV)...KOŞMA (NÂT-I ŞERİF) NAAT,DERTLİ VE FUZULİ

http://www.youtube.com/watch?v=PYLc11RjrVI GELSEYDİN...
SÜLEYMAN ÇELEBİ VE MEVLİD-İ ŞERİF



SÜLEYMAN ÇELEBI
    (1351-1422 m.)
    Meshûr Türkçe "Mevlid" kasîdesinin yazariBursa'da dogdu. Kaynaklarda Süleymân Çelebi'nin dogum târihine dâir bir kayda tesâdüf edilmedi. Ancak, Süleymân Çelebi'nin Mevlid'i 60 yasinda yazdigi ve eserin 1409 (H.812) senesinde bittigi, en eski olarak bilinen nüshasinda mevcut bir beyte istinâd etmektedir.1422 (H.825) senesinde vefât ettigi bilindigine göre, onun 1351 (H.752) senesinde dogdugu neticesi çikmaktadir. Sultan Birinci Murâd Hanin vezîrlerinden AhmedPasanin oglu, Seyh Mahmûd Efendinin torunudur. Mahmûd Bey, 1338 (H.738) senesindeSadrâzam Süleymân Pasa ile Rumeli'ye sal ile geçenlerdendir. Süleymân Çelebi, Bursa'da asrinin ileri gelen âlimlerinden ilim tahsîl etti. Büyük bir âlim olarak, Sultan Yildirim Bâyezîd zamâninda Dîvân-i hümâyûn imâmi, sonra da Bursa'da onun insâ ve ihyâ ettigi câminin imâmi oldu. Resûlullah efendimize olan muhabbeti, Vesîlet-ün-Necât isimli mevlid kasîdesini yazmasina vesîle oldu. Eserini yazmasinin sebebi olarak gösterilen hâdise hakkinda; Künh-ül-Ahbâr, Güldeste, Tezkire-i Latîfî ve baska kaynaklarda genis bilgi vardir. Süleymân Çelebi'nin vefâti için düsürülen târih, "Râhat-i ervâh"tir. Mezari, Bursa'da Çekirge yolu üzerindedir.

    Iyi bir tahsîl gören Süleymân Çelebi,Bursa'daki Ulu Câminin bas imâmligina getirildi. Bu câmideki imâmligi sirasinda, birgünIranli bir vâiz, vâz ve nasîhat ederken, Bekara sûresinin iki yüz seksen besinci âyet-i kerîmesinin; "Biz Allahü teâlânin peygamberlerinden hiç birinin arasini ayird etmeyiz (hepsine inaniriz). Duyduk ve itâat ettik." meâl-i serîfini tefsîr ederken de; "Hazret-i Muhammed ile hazret-i Îsâ arasinda hiçbir farklilik, üstünlük yoktur." diye, kendi kafasina, bozuk inanisina göre tefsîr etti. Cemâat arasinda bulunan bir kimse dayanamayip, ayaga kalkti ve; "Ey câhil! Kendi kafana göre nasil tefsîr edebilirsin? Sen bu ilimde çok gerilerdesin. Hiç peygamberler (aleyhimüsselâm) arasinda üstünlük farki olmaz olur mu? Elbette peygamberimiz Muhammed (aleyhisselâm), bütün peygamberlerden daha üstündür. Burada fark yoktur demek, nübüvvet ve risâlet yönünden fark yoktur demektir. Üstünlükler, mertebeler yönünden degildir. Burada; "Birinin peygamberligini kabûl edip, digerini kabûl etmiyerek aralarinda bir ayrilik gütmeyiz. Herbirini kendi derecelerine göre peygamber olarak kabûl ederiz" buyurulmaktadir. Bundan, derece ve fazîletleri aynidir anlami çikmaz. Bunun isbâti ise, yine Bekara sûresinin iki yüz elli üçüncü âyet-i kerîmesidir. Burada meâlen; "Bu (sûrede sözü geçen) peygamberlerin bir kismini, kendilerine verilen özelliklerle digerlerinden üstün kildik." buyurulmaktadir. Görüldügü gibi, bu iki âyet-i kerîme, bizim âlimlerimizin tefsîr ettigi gibi birbirlerini dogrulamaktadir. Hâlbuki, senin bozuk düsüncene göre birbirlerini tekzib etmektedir ki, hâsâ bu olamaz!" gibi pekçok sözler söyledi, pekçok delîller getirdi. Neticede Iranli vâiz, yanlis düsündügünü kabûl etti. Bütün bunlara sâhid olan Ulu Câmi bas imâmi Süleymân Çelebi, bu hâdiseden dolayi çok duygulanmis ve meshûr Mevlid-i Serîfini yazmistir. Mevlid-i Serîf'inde, hep Ehl-i sünnet îtikâdini anlatmistir. Bu bozuk îtikâdli vâizin sözüne cevap olarak:

    "Ölmeyüb Îsâ göge buldugu yol,
    Ümmetinden olmak için idi ol."

    beytini söyledikten sonra, Resûlullah efendimizin fazîletlerini söyle îzâh etmistir:

    "Dahî hem Mûsâ elindeki asâ,
    Oldu O'nun izzetine ejderhâ.

    Çok temennî kildilar Hak'dan bunlar,
    Kim Muhammed ümmetinden olalar.

    Gerçi kim bunlar dahî mürsel durur.
    Lâkin Ahmed efdâl-ü-ekmel durur.

    Zîrâ efdallige ol elyak durur,
    Âni öyle bilmeyen ahmak durur."

    Süleymân Çelebi, Mevlid'inde; Allahü teâlânin mutlak irâdesini, yoktan var ettigini ve Muhammed aleyhisselâmin hiçbir mahlûkda bulunmayan üstün, yüksek ve emsâlsiz vasiflarini anlatir. Her kelimesinde, gönlü Resûlullah aski ile yanan bir müminin engin ask ve muhabbet kokulari vardir. Hazret-i Muhammed'in diger peygamberlere olan bütün üstünlükleri, en güzel kelimeler ve en vecîz ifâdelerle anlatilmistir.

    Mevlid; münâcaat (Allahü teâlâya yalvarma), velâdet (Peygamberimizin dogumu), risâlet (Peygamberligin bildirilisi), mîrâc (Göklere çikisi, Cennet'i ve Cehennem'i görmesi), rihlet (Peygamberimizin vefâti) ve duâ bölümlerinden ibârettir.

    Söze Allahü teâlânin ism-i serîfi ile baslayan Süleymân Çelebi, Âdem aleyhisselâmdan Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma kadar bütün dedeleri olan Peygamberlerin alinlarinda nûr parladigini ve bu nûrun Muhammed aleyhisselâma intikâl ettigini anlatir. Peygamber efendimizin dogusuna genis bir yer ayirarak, O dogarken annesinin neler duyup, neler gördügünü, bu ânda bütün varliklarin engin bir nese içinde kaldiklarini, bütün zerrelerin O'nu büyük nese içinde karsiladigini söyler. Mevlid'de bundan sonra, Muhammed aleyhisselâma peygamberliginin nasil bildirildigini ve mi'râc hâdisesinin nasil oldugunu anlatir. Derin üzüntü içinde yazdigi rihlet ve daha sonra duâ ile Mevlid'ini bitirir. Peygamber efendimizin her varligin yaratilisi sebebi, bütün yaratilmislarin en sereflisi ve O'nu bütün peygamberlere üstün kilanAllahü teâlâya sükürler etmektedir.

    Eserde çok olgun fikirler ve kompozisyon bütünlügü vardir. Mevlid, mesnevî seklinden ziyâde, kasîde seklinde tertiblenmistir. Bâzi yerlere gazel parçalari da ilâve edilmistir. Arûz vezni ile yazilmis, (fâilâtün, fâilâtün, fâilün) kalibi kullanilmistir. Yalniz bir yerde (Mef'ûlü, fâilâtü, mefâîlü, fâilün) kalibina yer verilmistir.

    Kâfiyeler güzel ve saglamdir. Süleymân Çelebi, Mevlid'in misralarinin mükemmel olmasi için çok titizlik göstermis, bu sebeple Mevlid, üstün sanat sâhibi dîvan sâirlerince dahî sevilip begenilmistir.

    Mevlid'de hem olaylarin, hem de düsüncelerin anlatildigi yerlerde, en kisa, en uygun ve mümkün olan en sâde anlatim sekli kullanilmistir. Mevlid'de, hemen her türlü söz ve ifâde sanatina rastlanir. En çok cinâs, tesbîh ve tekrîr gibi sanatlara önem verilmistir. Bölümlerin ve kitabin bütünlügüne titizlik gösterildigi kadar, her misra'in ayri ayri güzelligi de gözden kaçmamaktadir. Mevlid, lirizm (içlilik) ve ögreticiligi (didaktizmi) iyice kaynastirmis bir siir kitabidir. Kuruluktan uzak oldugu gibi, sirf coskunluktan da ibâret degildir. Görünüste kolay, fakat denendiginde benzerinin yazilmasinin çok zor oldugu görülür.

    MUHAMMED ALEYHISSELÂMI SEVMEK

    Süleymân Çelebi hazretleri, Mevlid'ine Arabî olarak bir önsöz yazarak, söyle buyurmaktadir: "Rahmân ve Rahîm olan Allahü teâlânin ismiyle baslarim. Muhammed aleyhisselâmi bütün yaratilmislarin sebebi, en sereflisi ve en azîzi yapan, makâm-i Mahmûd ile sefâat hakkini vererek O'nu bütün Peygamberlerden üstün kilan, ismini O'nun ismiyle yanyana yazarak, hasedci seytanin burnunu sürtüp, O'nun sânini yücelten Allahü teâlâya hamd-ü-senâlar olsun. Muhammed aleyhisselâm, Allahü teâlânin indinde çok makbûldür. Allahü teâlânin melekleri O'nun yardimcilaridir. Agaçlar, toprak ve taslar, O'nunla konustular. O'nu sevenler dünyâda ve âhirette sevilip kurtulurlar. O'na düsman olanlar kovulup, Cehennem'e atilirlar. Bizi Muhammed aleyhisselâmin ümmeti yapmakla sereflendiren Allahü teâlâya hamd ederim. Serîki ve benzeri olmayan, mekândan münezzeh bulunan Allahü teâlânin bir olduguna sehâdet ederim. O, herkesin kendisine muhtâc oldugu, ibâdet ettigi ve yöneldigi Allahü teâlâdir. O, sâni yüce, kullarini merhametle bagislayandir. Güzel ahlâk ve cömertlik gibi pekçok meziyetleri ortaya çikaran, vâdedilen kiyâmet gününde, her tarafta sefâati kabûl edilir bir sefâatçi olan Muhammed aleyhisselâmin, Allahü teâlanin kulu, resûlü ve habîbi olduguna sehâdet ederim. Allahü teâlâ, O'na seçilmislerin en üstünleri olan temiz âline ve Eshâb-i kirâmina sonsuz rahmet etsin."

    1) Sefînet-ül-Evliyâ; c.5, s.144

    2) Islâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.51

    3) Vefeyât-i Baldirzâde

    4) Güldeste-i Riyâz-i Irfân

    5) Tâm Ilmihâl Seâdet-i Ebediyye; (50. Baski) s.1145
    SÜLEYMAN ÇELEBI
    (1351-1422 m.)
    Meshûr Türkçe "Mevlid" kasîdesinin yazari. Bursa'da dogdu. Kaynaklarda Süleymân Çelebi'nin dogum târihine dâir bir kayda tesâdüf edilmedi. Ancak, Süleymân Çelebi'nin Mevlid'i 60 yasinda yazdigi ve eserin 1409 (H.812) senesinde bittigi, en eski olarak bilinen nüshasinda mevcut bir beyte istinâd etmektedir.1422 (H.825) senesinde vefât ettigi bilindigine göre, onun 1351 (H.752) senesinde dogdugu neticesi çikmaktadir. Sultan Birinci Murâd Hanin vezîrlerinden AhmedPasanin oglu, Seyh Mahmûd Efendinin torunudur. Mahmûd Bey, 1338 (H.738) senesindeSadrâzam Süleymân Pasa ile Rumeli'ye sal ile geçenlerdendir. Süleymân Çelebi, Bursa'da asrinin ileri gelen âlimlerinden ilim tahsîl etti. Büyük bir âlim olarak, Sultan Yildirim Bâyezîd zamâninda Dîvân-i hümâyûn imâmi, sonra da Bursa'da onun insâ ve ihyâ ettigi câminin imâmi oldu. Resûlullah efendimize olan muhabbeti, Vesîlet-ün-Necât isimli mevlid kasîdesini yazmasina vesîle oldu. Eserini yazmasinin sebebi olarak gösterilen hâdise hakkinda; Künh-ül-Ahbâr, Güldeste, Tezkire-i Latîfî ve baska kaynaklarda genis bilgi vardir. Süleymân Çelebi'nin vefâti için düsürülen târih, "Râhat-i ervâh"tir. Mezari, Bursa'da Çekirge yolu üzerindedir.

    Iyi bir tahsîl gören Süleymân Çelebi,Bursa'daki Ulu Câminin bas imâmligina getirildi. Bu câmideki imâmligi sirasinda, birgünIranli bir vâiz, vâz ve nasîhat ederken, Bekara sûresinin iki yüz seksen besinci âyet-i kerîmesinin; "Biz Allahü teâlânin peygamberlerinden hiç birinin arasini ayird etmeyiz (hepsine inaniriz). Duyduk ve itâat ettik." meâl-i serîfini tefsîr ederken de; "Hazret-i Muhammed ile hazret-i Îsâ arasinda hiçbir farklilik, üstünlük yoktur." diye, kendi kafasina, bozuk inanisina göre tefsîr etti. Cemâat arasinda bulunan bir kimse dayanamayip, ayaga kalkti ve; "Ey câhil! Kendi kafana göre nasil tefsîr edebilirsin? Sen bu ilimde çok gerilerdesin. Hiç peygamberler (aleyhimüsselâm) arasinda üstünlük farki olmaz olur mu? Elbette peygamberimiz Muhammed (aleyhisselâm), bütün peygamberlerden daha üstündür. Burada fark yoktur demek, nübüvvet ve risâlet yönünden fark yoktur demektir. Üstünlükler, mertebeler yönünden degildir. Burada; "Birinin peygamberligini kabûl edip, digerini kabûl etmiyerek aralarinda bir ayrilik gütmeyiz. Herbirini kendi derecelerine göre peygamber olarak kabûl ederiz" buyurulmaktadir. Bundan, derece ve fazîletleri aynidir anlami çikmaz. Bunun isbâti ise, yine Bekara sûresinin iki yüz elli üçüncü âyet-i kerîmesidir. Burada meâlen; "Bu (sûrede sözü geçen) peygamberlerin bir kismini, kendilerine verilen özelliklerle digerlerinden üstün kildik." buyurulmaktadir. Görüldügü gibi, bu iki âyet-i kerîme, bizim âlimlerimizin tefsîr ettigi gibi birbirlerini dogrulamaktadir. Hâlbuki, senin bozuk düsüncene göre birbirlerini tekzib etmektedir ki, hâsâ bu olamaz!" gibi pekçok sözler söyledi, pekçok delîller getirdi. Neticede Iranli vâiz, yanlis düsündügünü kabûl etti. Bütün bunlara sâhid olan Ulu Câmi bas imâmi Süleymân Çelebi, bu hâdiseden dolayi çok duygulanmis ve meshûr Mevlid-i Serîfini yazmistir. Mevlid-i Serîf'inde, hep Ehl-i sünnet îtikâdini anlatmistir. Bu bozuk îtikâdli vâizin sözüne cevap olarak:

    "Ölmeyüb Îsâ göge buldugu yol,
    Ümmetinden olmak için idi ol."

    beytini söyledikten sonra, Resûlullah efendimizin fazîletlerini söyle îzâh etmistir:

    "Dahî hem Mûsâ elindeki asâ,
    Oldu O'nun izzetine ejderhâ.

    Çok temennî kildilar Hak'dan bunlar,
    Kim Muhammed ümmetinden olalar.

    Gerçi kim bunlar dahî mürsel durur.
    Lâkin Ahmed efdâl-ü-ekmel durur.

    Zîrâ efdallige ol elyak durur,
    Âni öyle bilmeyen ahmak durur."

    Süleymân Çelebi, Mevlid'inde; Allahü teâlânin mutlak irâdesini, yoktan var ettigini ve Muhammed aleyhisselâmin hiçbir mahlûkda bulunmayan üstün, yüksek ve emsâlsiz vasiflarini anlatir. Her kelimesinde, gönlü Resûlullah aski ile yanan bir müminin engin ask ve muhabbet kokulari vardir. Hazret-i Muhammed'in diger peygamberlere olan bütün üstünlükleri, en güzel kelimeler ve en vecîz ifâdelerle anlatilmistir.

    Mevlid; münâcaat (Allahü teâlâya yalvarma), velâdet (Peygamberimizin dogumu), risâlet (Peygamberligin bildirilisi), mîrâc (Göklere çikisi, Cennet'i ve Cehennem'i görmesi), rihlet (Peygamberimizin vefâti) ve duâ bölümlerinden ibârettir.

    Söze Allahü teâlânin ism-i serîfi ile baslayan Süleymân Çelebi, Âdem aleyhisselâmdan Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma kadar bütün dedeleri olan Peygamberlerin alinlarinda nûr parladigini ve bu nûrun Muhammed aleyhisselâma intikâl ettigini anlatir. Peygamber efendimizin dogusuna genis bir yer ayirarak, O dogarken annesinin neler duyup, neler gördügünü, bu ânda bütün varliklarin engin bir nese içinde kaldiklarini, bütün zerrelerin O'nu büyük nese içinde karsiladigini söyler. Mevlid'de bundan sonra, Muhammed aleyhisselâma peygamberliginin nasil bildirildigini ve mi'râc hâdisesinin nasil oldugunu anlatir. Derin üzüntü içinde yazdigi rihlet ve daha sonra duâ ile Mevlid'ini bitirir. Peygamber efendimizin her varligin yaratilisi sebebi, bütün yaratilmislarin en sereflisi ve O'nu bütün peygamberlere üstün kilanAllahü teâlâya sükürler etmektedir.

    Eserde çok olgun fikirler ve kompozisyon bütünlügü vardir. Mevlid, mesnevî seklinden ziyâde, kasîde seklinde tertiblenmistir. Bâzi yerlere gazel parçalari da ilâve edilmistir. Arûz vezni ile yazilmis, (fâilâtün, fâilâtün, fâilün) kalibi kullanilmistir. Yalniz bir yerde (Mef'ûlü, fâilâtü, mefâîlü, fâilün) kalibina yer verilmistir.

    Kâfiyeler güzel ve saglamdir. Süleymân Çelebi, Mevlid'in misralarinin mükemmel olmasi için çok titizlik göstermis, bu sebeple Mevlid, üstün sanat sâhibi dîvan sâirlerince dahî sevilip begenilmistir.

    Mevlid'de hem olaylarin, hem de düsüncelerin anlatildigi yerlerde, en kisa, en uygun ve mümkün olan en sâde anlatim sekli kullanilmistir. Mevlid'de, hemen her türlü söz ve ifâde sanatina rastlanir. En çok cinâs, tesbîh ve tekrîr gibi sanatlara önem verilmistir. Bölümlerin ve kitabin bütünlügüne titizlik gösterildigi kadar, her misra'in ayri ayri güzelligi de gözden kaçmamaktadir. Mevlid, lirizm (içlilik) ve ögreticiligi (didaktizmi) iyice kaynastirmis bir siir kitabidir. Kuruluktan uzak oldugu gibi, sirf coskunluktan da ibâret degildir. Görünüste kolay, fakat denendiginde benzerinin yazilmasinin çok zor oldugu görülür.

    MUHAMMED ALEYHISSELÂMI SEVMEK

    Süleymân Çelebi hazretleri, Mevlid'ine Arabî olarak bir önsöz yazarak, söyle buyurmaktadir: "Rahmân ve Rahîm olan Allahü teâlânin ismiyle baslarim. Muhammed aleyhisselâmi bütün yaratilmislarin sebebi, en sereflisi ve en azîzi yapan, makâm-i Mahmûd ile sefâat hakkini vererek O'nu bütün Peygamberlerden üstün kilan, ismini O'nun ismiyle yanyana yazarak, hasedci seytanin burnunu sürtüp, O'nun sânini yücelten Allahü teâlâya hamd-ü-senâlar olsun. Muhammed aleyhisselâm, Allahü teâlânin indinde çok makbûldür. Allahü teâlânin melekleri O'nun yardimcilaridir. Agaçlar, toprak ve taslar, O'nunla konustular. O'nu sevenler dünyâda ve âhirette sevilip kurtulurlar. O'na düsman olanlar kovulup, Cehennem'e atilirlar. Bizi Muhammed aleyhisselâmin ümmeti yapmakla sereflendiren Allahü teâlâya hamd ederim. Serîki ve benzeri olmayan, mekândan münezzeh bulunan Allahü teâlânin bir olduguna sehâdet ederim. O, herkesin kendisine muhtâc oldugu, ibâdet ettigi ve yöneldigi Allahü teâlâdir. O, sâni yüce, kullarini merhametle bagislayandir. Güzel ahlâk ve cömertlik gibi pekçok meziyetleri ortaya çikaran, vâdedilen kiyâmet gününde, her tarafta sefâati kabûl edilir bir sefâatçi olan Muhammed aleyhisselâmin, Allahü teâlanin kulu, resûlü ve habîbi olduguna sehâdet ederim. Allahü teâlâ, O'na seçilmislerin en üstünleri olan temiz âline ve Eshâb-i kirâmina sonsuz rahmet etsin."

MEVLİD-İ ŞERİF

Mefharı-i Mevcudat, Hazret-i Fahri Kainat

Muhammed Mustafa ra salavat

Allahümme salli ala seyyidina Muhammedinin-

Nebiyyi ve ala alihi ve sahbihi ve sellim

Ey Hüda’dan lütf-i İhsan isteyen

Mevlid-i pak-i Resululullah’a gel

Cennet içre huri gılman isteyen

Mevlid-i pak-i Resulullah’a gel

Ol Resulü doğduğu şeb bi-güman

Leyle-i kadre müşabihtir heman

Bulmak istersen cehennemden eman

Mevlid-i pak-i Resulullah’a gel

Zat-i pak-i can u dilden dinle sen

Mahd-ı nur-i hakdır ol zat-ı hasen

Olduğunca dünyada sağ u esen

Mevlid-i pak-i Resulullah’a gel

Meclis-i mevlidde ey vali müdam

Ol Resule kıl salat ile selam

Cennet-i alada istersen makam

Mevlid-i pak-i Resulullah’a gel

Fikredüp dünyadan elbet göçmeyi

Cennete ahir sırattan geçmeyi

Havz-ı kevserden dilersen içmeyi

Mevlid-i pak-i Resulullah’a gel

MEVLİD İ ŞERİF SÜLEYMAN ÇELEBİ

ALLAH ADIN BAHRİ

Allah adın zikredelim evvela

Vacib oldu cümle işte her kula

Allah adın her kim ol evvel ana

Her işi asan eder Allah an-a

Allah adı olsa her işin önü

Hergiz ebter olmaya anın sonu

Her nefeste Allah adın de müdam

Allah adıyla olur her iş tamam

Bir kez Allah dese şevk ile lisan

Dökülür cümle günah misli hazan

İsm-i pakin pak olur zikreyleyen

Her murada erişir Allah diyen

Aşk ile gel imdi Allah diyelim

Dert ile göz yazş ile ah edelim

Ola kim rahmet kıla ol padişah

Ol Kerim ü ol Rahim ü ol ilah

Birdir ol birliğine şek yokdürür

Gerçi yanlış söyleyenler çok dürür

Cümle alem yok iken ol var idi

Yaradılmıştan Gani Cebbar idi

Var iken yok idi ins ü melek

Arş u fer u ay u gün hem nuh felek

Sun ile bunları, ol var eyledi

Kudretinin izhar edüp hem ol Celil

Birliğine bunları kıldı delil

”Ol!!! dedi bir kere var oldu cihan

”Olma!” derse, mahv olur ol dem heman

Bari ne hacet kılarız sözü çok

Birdir Allah andan artık tanrı yok

Haşre dek ger denilirse bu kelam,

Nice haşr ola, bu olmaya temam

Pes Muhammed’dir bu varlığa sebep

Sıdk ile anınn rızasına kıl taleb

Ger dilersiz bulasız oddan necat

Aşk ile derd ile edin es-salat

HAK TEALA

Hak Teala çün yarattı Adem’i

Kıldı Adem’le müzeyyen alemi

Adem’le müzeyyen alemi

Adem’e kıldı feriştahler sücud

Hem ana çok kıldı ol lutf issi cud

Mustafa nurunu alnından kodu

”Bil habibim nurudur bu nur” dedi

kıldı o nur anın alnında karar

Kaldı anın ile nice ruzigar

Sonra Havva alnına nakletti bil

Durdu anda dahi nice ay u yıl

Şit doğdu ana nakletti bu nur

Anın alnında tecelli kıldı nur

Erdi İbrahim ü İsmail’e hemn

Söz uzanur eğer kalanın der isem

İşbu resm ile müselsel muttasıl

Ta olunca Mustafa’ya muntakil

Geldi çün ol rahmeten li’l-alemin

Vardı nur anda karar etti hemin

”Ger dilersiz, bulasız oddan necat

Aşk ile, derd ile edin es-salat

MEVLİD YAZARINA DUA

Ey azizler işte başlarız söze

Bir vasiyet kılarız illa size

Ol vasiyyet kim derim tuta

Mis gibi kokusu canlarda tüte

Hak Teala rahmet eyleye ana

Kim beni ol bir dua ile ana

Her kim diler bu duada buluna

Fatiha ihsan ede Süleyman  kuluna

Bu beyitte Süleyman Çelebi, kendsine Fatiha bağışlanmasını vasiyet eder. Bı sırada mevlidi okuyan kişilerden biri, önce Peygamberimiz’e (s.a.v), daha sonra Adem’den (a.s) bugüne gelen tüm peygamberlere, evliyaya, alimlere, davete katılan cemaatin geçmişlerine ve ahirete irtihal edip de bir Fatiha okuyacak kimsesi kalmayanlara Fatiha bağışlar.

PEYGAMBERİMİZ’İN NURUNUN HERŞEYDEN ÖNCE YARATILMASI

Evvel andık anı kim evveldir ol

Evveline bulmadı hiç akl yol

Evvelin ol evvelidir bi-güman

Ahirin hem ahiridir cavidan

Çünkü Hak evvelliğin bildik ayan

Dinle imdi kılayım sun’un beyan

Hak Teala ne yarattı evvela

Cümle mahlukattan kim evvel ola

Mustafa nurunu evvel kıldı var

Sevdi anı ol Kerim ü girgidar

Her ne türlü kim saadet var durur

Yahşi hu, gerekli adet var durur

Hak sana verdi mükemmel eyledi

Yaradılmıştan müfaddal eyledi

Andan oldu her nihan ü aşikar

Arş ü ferş ü yerde gökte ne ki var

Ger Muhammed olmaya idi ayan

Olmayısardi zemin ü asuman

Hem vesile olduğu içün ol Resul

Adem’in Hak tevbesini kabul

Ger Muhammed gelmeseydi aleme

Tac-i İzzet ermez idi Adem’e

Nuh anınçün buldu hem garktan necat

Dahi doğmadan göründümucizat

Cümle anın dostlğuna adına

Bunca izzet kıldı Hak ecdadına

Ceddi olduğuçün anın hem Halil

Narı cennet kıldı ana ol Celil

Hem dahi Musa elindeki asa

Oldu anın hürmetine ejderha

Ölmeyip İsa göğe buldu yol

Ümmetinden olmak için idi ol

Gerçi kim bunlar dahi mürsel durur

Lik Ahmed ekmel ü efdal durur

Çün temenni kıldılar Hak’tan bular

Kim Muhammet ümmetinden olalar

Şer’ini sünnetin tut ümmeti ol ümmeti

Ta nasip ola sana Hak rahmeti

PEYGAMBERİMİZİN DOĞUSU

Amine Hatun Muhammed annesi

Ol sadeften doğdu ol dür danesi

Çünki Abdullah’dan oldu hamile

Vakit erişdi hefte vü eyyam ile

Hem Muhammed gelmesi oldu yakin

Çok alametler belirdi gelmeden

Ol rebiülevvel ayı nicesi

On ikinci gice isneyn gecesi

Ol gice kim doğdu ol hayrü’l-beşer

Anesi anda gördü neler

Dedi gördüm ol habibiin anesi

Bir acep nur kim güneş pervanesi

Berk urup çıktı evimden nagehan

Göklere dek nur ile doldu cihan

Hem hava üzre döşendi bir döşek

Adı Sündüs, döşeyen anı melek

Üç alem dahi dikildi üç yere

Her birisin edeyim nerden nere

Gökler açıldı ve feth oldu zulem

Üç melek gördüm elinde üç alem

Mağrib u meşrık da iksi anın

Biri damında dikildi Kabe’nin

Bildim anlardan kim ol halkın yeği

Kim yakin oldu cihana gelmeği

İndiler gökten melekler saf ü saf

Kabe gibi kıldılar evim tavaf

Çün göründü bana bu işler ayan

Hayret içre kalmış idim ben heman

Yarılıp çıktı divardan nagehan

Geldi üç huri bana oldu ayan

Bazıları derler ki ol üç dilberin

Asiye’ydi biri ol meh-peykerin

Biri Meryem Hatun idi aşikar

Birisi hem hurilerden bir nigar

Geldiler lutf ile ol üç mehcebin

Verdiler bana selam ol dem hemin

Çevre yanıma gelip oturdular

Mustafa’yı birbirine muştular

Dediler oğlun gibi hiç bir oğul

Yaradılalı cihan gelmiş değil

Bu senin oğlun gibi kadri cemil

Bir anaya vermemiştir ol Celil

Ulu devlet buldun ey dildare sen

Doğusardır senden ol hulk-i hasen

Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır

Bu gelen tevhid-i irfan kanıdır

Bu gelen aşkına devreyler felek

Yüzüne müştak durur ins ü melek

Bu gice ol gicedirkim, ol şerif

Nur ile alemleri eyler latif

Bu gice şadan olur erbab-ı dil

Bu giceye can verir eshab-ı dil

Rahmeten li’l alemindir Mustafa

Hem şefiu’l-muznibindir Mustafa

Vasfını bu resme tertb ettiler

Ol mübarek nuru tergib ettiler

Amine eder çü vakt oldu tamam

Kim vücuda gele ol hayrü’l-enam

Sudasım gayet hararetten kati

Sundular bir cam dolusu şerbeti

Şerbeti karşımda tutdu huriler

Bunu sana verdi Allah dediler

Kardan ak idi hem soğuk idi

Lezzeti dahi şekerden yok idi

İçtim anı oldu cismim nura gark

Edemedim kendimi nurdan fark

Geldi bir ak kuş kanadıyla revan

Arkamı sıvadı kuvvetle heman

Doğdu ol saatte ol sultan-ı din

Nura gark oldu semavat ü zemin

Sallü eleyhi ve sellimü teslima

Hatta tenali cennetten ve naima

Essalatü vesselamü aleyke ya Resulallah

Essalatü vesselamü aleyke ya Habiballah

Essalatü vesselamü aleyke ya Nebiyullah
SELAM VE DUA İLE


http://www.zapkolik.com/video/ibrahim-tatlises-medineye-varamadim-381493 MEDİNEYE VARAMADIM..
http://www.youtube.com/watch?v=BTu9_pXK0OI  CAN AHMEDe ..
http://www.youtube.com/watch?v=_0EQ1CtOI_o    SÜRGÜN
http://www.youtube.com/watch?v=KrOPjy6Sth4      Senin Ravzan Güzel Kokar

http://www.youtube.com/watch?v=LS-NdNYvK3o  40 Yaşındasın
  



DERTLİ  ve  Fuzuli'nin NAATLARI ; 



KOŞMA   (NÂT-I ŞERİF)
    Ervah-ı ezelde evvelki safta

    Elest hitabında ben “Bela!” dedim

    Koyma beni anasırda hilafta

    Canım cemaline müptela dedim

 

                 Ruhlar aşk meyinde oldu mestane

                 Kimi küfre vardı kimi imane

                 Saf be saf olarak durduk divane

                 Münkirler “La!” dedi, ben “İlla!” dedim

 

    Ne çare “Kün!” emri vukua geldi

    Eşya ve mahlûkat hep zahir oldu

    Her ervah kendini bir yolda buldu

    İman ve ikrarı ben sana dedim

 

                 Dertli her hikmetten irşad olmadı

                 Sensiz mahşer yeri küşad olmadı

                 Çok Nebiye vardım imdad olmadı

                  Şefaat kanısın Mustafa dedim.

                             Dertli (1722-1845) 

Buzul:
Naatı şerifin güzeli çirkini olmaz elbet ama gönlü titreten naatlar vardır.. Bir kaç tane düştü gönlüme ama  sadece bir tanesi yazılmamış.. Eh Fuzulî'nin su kasidesini yazmakta bize nasipmiş. :)

Su kasidesi


Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su

Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su

(Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda vermez.)

Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem

Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su

(şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök kubbeyi
kaplamıştır, bilemem..)

Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk

Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su

(Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden benim gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim akarsu da
zamanla duvarda, yarlarda yarıklar meydana getirir.)

Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin

ıhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su

(Yarası olanın suyu ihtiyatla içmesi gibi, benim yaralı gönlüm de senin ok temrenine, ok ucuna benzeyen kirpiklerinin
sözünü korka korka söyler.)

Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün

Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su

(Bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ile mahvetsin), boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine su verse de senin
yüzün gibi bir gül açılmaz.)

Ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna

Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su

(Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, kalem gibi, gözlerine kara su inse (kör olsa, kör oluncaya kadar uğraşsa yine de)
gubârî (yazı)sını, senin yüzündeki tüylere benzetemez. )

Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n’ola

Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su

(Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek dileği ile dikene
verilen su boşa gitmez.)

Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ

Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su

(Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı
bir iştir.)

ıste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it

Susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara su

(Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste ve onun ayrılığında duyduğum hararetimi yatıştır, söndür. Susuzum
bu defa da benim için su ara.)

Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi

Nitekim meste mey içmek hoş gelür hûş-yâra su

(Nasıl sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su içmek hoş geliyorsa, ben senin dudağını özlüyorum, sofular da
kevser istiyorlar.)

Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr

Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su

(Su, her zaman senin Cennet misâli mahallenin bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş salınışlı; serviyi
andıran sevgiliye aşık olmuş.)

Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek

Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su

(Topraktan bir set olup su yolunu o mahalleden kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, onu o yere bırakamam.)

Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar

Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su

(Dostlarım! şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem, öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla sevgiliye su
sunun.)

Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger

Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su

(Servi kumrunun yalvarmasından dolayı dikbaşlılık ediyor. Onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi (yalvarıp aracı
olması bu dikbaşlılığından) kurtarabilir.)

ıçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile

Gül budağınun mizâcına gire kurtara su

(Gül fidanı bir hile ile (meşhur gül ve bülbül efsanesindeki gibi yine) bülbülün kanını içmek istiyor; bunu
engelleyebilmek için suyun gül dallarının damarlarına girerek gül ağacının mizacını değiştirmesi gerekir.)

Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme

ıktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr’a su

(Su Hz. Muhammed’in (s.a.v) yoluna uymuş (ve bu hâli ile) dünya halkına temiz yaratılışını açıkça göstermiştir.)

Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ

Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su

(ınsanların efendisi, seçme inci denizi (olan Hz. Muhammed’in s.a.v) mucizeleri kötülerin ateşine su serpmiştir.)

Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın

Mu’cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su

(Katı taş, Peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını tazelemek için (ve onun) mucizesinden dolayı su meydana
çıkarmıştır.)

Mu’cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim

Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su

(Hz. Peygamberimiz’in mûcizeleri dünyada uçsuz bucaksız bir deniz gibi imiş ki, ondan (o mucizelerden), ateşe tapan
kâfirlerin binlerce mâbedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.)

Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ

Barmağından virdügin şiddet günü Ensâr’a su

(Mihnet günü Ensâr’a parmağından su verdiğini (bir mucize olarak parmağından su akıttığını) kim işitse hayret ile (şaşa
kalarak) parmağını ısırır.)

Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât

Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su

(Dostu yılan zehri içse (bu zehir onun dostu için) âb-ı hayat olur. Aksine düşmanı da su içse (o su, düşmanına) elbette
yılan zehrine döner.)

Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz

El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su

(Abdest (almak) için el uzatıp gül (gibi olan) yanaklarına su vurunca (sıçrayan) her bir su damlasından binlerce rahmet
denizi dalgalanmıştır.)

Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl

Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su

(Su ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)

Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr

Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su

(Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık salmak (orayı aydınlatmak) ister. Eğer parça parça da olsa o
eşikten dönmez.)

Zikr-i na’tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ

Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su

(Sarhoşlar içkiden sonra gelen bat adrysını gidermek için nasıl su içerlerse, günahkârlar da senin na’tının zikrini
dillerinde tekrarlamayı (dertlerine) derman bilirler.)

Yâ Habîballah yâ Hayre’l beşer müştakunam

Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su

(Ey Allah'ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı! Susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp dâimâ su
diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.)

Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi'râc’da

şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su

(Sen o kerâmet denizisin ki mi'râc gecesinde feyzinin çiyleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmış.)

Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner

Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su

(Kabrini yenileyen (tamir eden) mimara su lazım olsa, güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel su iner.)

Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma

Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su

(Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış, (ama) o ateşe, senin ihsan bulutunun su serpeceğinden ümitliyim.)

Yümn-i na’tünden güher olmış Fuzûlî sözleri

Ebr-i nîsândan dönen tek lü’lü şeh-vâra su

(Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî’nin (alelâde) sözleri, nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su (damlası)
gibi birer inci olmuştur.)

Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr

Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su

(Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan düşkün (yahut aşık) göz, (sana duyduğu) hasretten su (gözyaşı)
döktüğü zaman,)

Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam

Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su

(O mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat çeşmenin su vereceğini, beni mahrum bırakmayacağını ummaktayım.)
 



















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder